İki Arada Bir Deredeyim, Neredeyim?

Hislerim olduğuna göre ben varım evet evet. Kesinlikle ölmedim ben. Hala bilinçli bir varlığım.

Zihnimin ince kumlarında yüzüyor kelimelerim. Bilmediğim bir yerdeyim. Kolumda zaman ölçer yok. Tam bir bilinmezim.

Anılarım var. Hatırlıyorum. Bir çizgideyim. Neden ve sonuçları hala düşünebiliyorum. Sesleri de duyuyorum. Görüyorum da. Demek ki hala varım. Varım ama şu anı tam anlamıyla kavrayamıyorum. Yani etraftan hiçbir veri gelmiyor. Evet evet kelimenin tam manasıyla sorun bu. Hiçbir veri alamıyorum.

Dolayısıyla vücudum da dahil olmak üzere hiçbir şey göremiyorum. Ama etraf karanlık değil aksine bembeyaz. Sanki süzülüyormuş gibi bir histeyim. Hislerim olduğuna göre ben varım evet evet. Kesinlikle ölmedim ben. Hala bilinçli bir varlığım.

Evet ama vücudum nerede? Yani neden göremiyorum hiçbir parçamı? Önemli değil. Çünkü bu soruları sorabildiğime göre bilinçliyim. Bir kez daha güvendeyim.

Zamanı ve hareketi ölçebileceğim bir referans noktamın olmaması tüm dengemi alt üst ediyor. Kendi düşünce sıramdan başka hiçbir dayanağım yok. İçimden sesli bir şekilde konuşmaya devam edecek ve bu sürecin geçmesini bekleyeceğim. Kelimeler unutulana ve anlamları yitene dek böyle devam edeceğim. Mademki bu içinde bulunduğum evreni zihnim yarattı, o halde nasıl çıkılacağını da biliyor olmalı.

İlk beyin fırtınası böyle başladı. Kelimelerin soyu tükendiğinde ne olacak? Sıra müziğe gelecek büyük olasılıkla. Daha fazla müzik hatırlanacak, kelimelerin yerini ritimler alacak ve müzikle konuşmaya devam edeceğim. Elbette bir noktada o da anlamını yitirmeye başlayacak. Muhtemelen bu epey bir süre alır. Ama ne de olsa entropi ilkesi diye bir şey var. Ya da daha geleneksel olarak, “her şey olacağına varır”. İşte tam müziğin anlamı azalmaya başladığında görseller eşlik etmeli. Renkler, fotoğraflar, film kareleri, anılar, görsel olabilecek her şey.

Bir dakika bir dakika… Bu kadar zamanım var mı acaba? Şu anda fiziksel olarak varsam, suya ve yiyeceğe ihtiyacım var demektir. Sanırım insan susuz en fazla üç gün yaşayabiliyordu. Şimdi en azından elimde bir hedef var. Üç gün, yetmiş iki saatlik bir süre. Bu süre içinde kendime gelmem gerekiyor.

Mantıklı düşünelim. Hatırladığım son şey ne? Eğer fiziksel konumumu hatırlayabilirsem, bu bana buradan çıkış yolu verebilir. Tamam evet… Odaklanıyorum… En son hatırladığım şey…

İşten çıktım… Evet tamam. Yağmur yağıyordu. Yine tembelliğim tuttu ve taksiye binip Kadıköy’e gittim. Eve geçmeden önce bir bira içmek istedim. Zeuve’de biraz oyalandım. Kimseyle görüşmedim. E-Postalarıma baktım. Ne okudum peki? Hatırlayamıyorum. Tamam peki sonra oradan kalktım. Fakat kalktıktan birkaç saniye sonra gözlerim karardı. Sonrası yok.

Tamam. O zaman şu anda baygınlık geçiriyor olabilirim. Mekan kalabalıktı. Birisi mutlaka yardım edecektir. Geçen zamanı bilmiyorum. Hala orada yatıyor olabilirim. Ambulansla gidiyor da olabilirim. Aslında, hastane odasında ya da ameliyatta da olabilirim. Hiçbir fikrim yok.

Yoksa komada mıyım? Komada insanların bilinçleri var mıydı acaba? Bilmiyorum. Ama umarım deneyimlediğim şey bu değildir. Peki başka nerede olabilirim? Morgda… Bir yerlerde öldüğü sanılan bazı insanların morgda uyandığına dair bir şeyler okumuştum. Umarım böyle bir şey de değildir.

Hayır böyle bir yere varamayacağım sanırım. Baştan alalım. İşten çıktım. Üzerimde ne vardı? Ayakkabılar evet ayakkabıları hatırlıyorum. Siyah bir pantolon. Tamam. Üzerimde ise… Hatırlamıyorum. Peki… Saçlarım ne renk? Bilmiyorum… Gözlerimin önüne hiçbir şey gelmiyor. Sıfır çağrışım. Başka bir özelliğimi düşünmeliyim. Kaç yaşımdayım? Bilmiyorum. Şişman mıyım yoksa zayıf mı? Hatırlamıyorum. Kadın mıyım yoksa erkek miyim? Hiçbir fikrim yok.

Bu iyi değil. Hiç iyi değil. Hadi bir daha deneyelim. İşten çıktım. Yağmur yağıyordu. Üzerimde siyah bir pantolon ve koyu mavi bir ayakkabı vardı. Sahile indim, yoldan geçen bir taksiyi durdurdum. Kadıköy’e geldim. Zeuve’ye oturdum. Epostalarımı okudum. Kalktım. Gözüm karardı. Her şey tamam ama kimim ben! Adım ne! Ne iş yapıyorum! Bu… Bu nasıl olabilir? Şüpheleniyorum, sorguluyorum, işlemiş olduğum veriler var. Kelimeleri, müziği ve izlediğim filmleri hatırlıyorum. Ama onun dışında kendim hakkında hiçbir şey hatırlamıyorum. Bu nasıl mümkün olabilir?

Bu döngüden nasıl çıkabilirim… Daha geçmişten bir şey hatırlamalıyım belki. İşim nerede? Küçükyalı. Tamam. Ne iş yapıyorum? Bilmiyorum. İşten çıkmadan önce ne yapıyordum? Bilgisayar başında eposta atıyordum. Kime ve ne yazdığımı hatırlamıyorum.

Bilincim yerinde olmasına yerinde ama hafızam beni hayal kırıklığına uğratıyor. Geçmişteki ben hakkında da hiçbir şey yok. Hatta başka kimse hakkında da veri yok. Sanki bu anıya dek yalnızmışım gibi. Kimseyle ilişki kurmadım. Ama mekanda insanlar vardı. Bunu hatırlıyorum.

Eposta yazdım. İşten çıktım. Kadıköy’de bir bara gittim. “Onaylandı” konulu epostayı orada okudum. Onaylandı… Ne onaylandı? Başka içerik yok. Sadece konu “onaylandı” o kadar.

Bir dakika… Hafızama neden bu kadar güveniyorum ki? Tüm bunları delirmemek için uydurmuş olabilirim. Kendime çözülmesi gereken problemler yaratarak, bilincimi sürdürmeyi seçmiş olabilirim. Bu şartlar altında bu seçim çok mantıklı. Fakat diğer yandan eğer bu doğruysa, gerçekte hafızamda hiçbir şey yok demektir. Eğer hafızam sıfır ise bilinçli olmanın gerçekten bir önemi var mı?

Yine başa döndük. Bu evreni eğer zihnimde yarattıysam, ona müdahale etme şansım olmalı. Bu nedenle bu kez, zihnimi rahat bırakıyorum. Uydurma bile olsa neyin onayını aldığımı bulmam gerekiyor. İş yerindeyim. Outlook açık. Bir eposta yazmaktayım. “…talep ediyorum” ile bitiyor. Başını okumaya çalışıyorum. Bulanık bir yazı görünüyor. Sanki tek bir kelime gibi. Kelimenin sonuna doğru çengelli bir harf var. Bu ya “ğ” ya da “y” harfi olmalı. Bir şey yapmayı talep ediyorum. Kelimenin ilk harfi yuvarlak bir harf. O, Ö ya da Ç gibi. Ortada ise uzunca bir harf var; b, d, k, l ya da t. Evet evet netleşiyor. İlk harfi kesinlikle Ç. Evet kelimenin tamamı netleşti şimdi.

“Çıkmayı talep ediyorum.”

Epostada yazdığım yalnızca bu. Gönder tuşuna basıyorum. Peki, kime gönderiyorum? Kesinlikle bilmiyorum. Ama yanıtı biliyorum. Onaylandı. Çıkma talebim onaylandı.

Ne demek bu? Nereden çıkmak istiyorum? Neden çıkmak istiyorum? Çıkmak bende nasıl bir değişikliğe sebep olacak?

Çıkmak istediğim şey, daha önce girdiğim bir şey olmalı mantıken. O zaman bu bir grup olabilir. Mesela bir internet topluluğu. Ya da kayıtlı olduğum başka herhangi bir şey. Dolayısıyla şu anda içinde bulunduğum durumla tamamen alakasız bir detay olabilir bu.

Oysa benim bu durumdan bir an önce çıkmam lazım. Elle tutulur bir referans noktası bulmam lazım. Aksi halde, burada kalmam ölümüm olabilir. Tabii zaten ölmemişsem.

Bir yerden çıktım… Taksiye bindim. Bir barda bir şeyler içtikten sonra kalktım. Gözüm  karardı.

Bunu düşünürken, etrafımdaki beyazlığın yerini yer yer koyu olmak üzere farklı renklere bıraktığını fark ettim. Renkler yayılıyor, mutlak beyazlık dağılıyordu. Yolun sonuna geldiğim hissine kapıldım. Sonra birden gözlerim feci bir şekilde acımaya, vücudum da üşümeye başladı. Hissediyorum! Hissediyorum. Bir yatakta yarı oturmuş vaziyette olduğumun farkındayım. Geniş bir bölmedeyim.  Zihnim gittikçe berraklaşırken, tüm odayı bir anons kapladı:

“Merhaba, sanal kişilik ve simülasyon demosundan kendi isteğinizle çıkmış bulunmaktasınız. Umarız, keyifli bir üç saat geçirmişsinizdir. Şimdi biraz dinlenin. Dinlenme sırasında bir sıcak içecek ikramımızdır. İyi günler dileriz…”

 

2 thoughts on “İki Arada Bir Deredeyim, Neredeyim?

Leave a Reply