Diplerde ve Doruklarda
Kusmak! Tüm öfkeni, (saklasan da orada olan) nefretini kusmak! Hiç bilmediğin bir yerde ve bir anda avazın çıktığı kadar haykırmak! Tüm arzularının en derininde yer alan o patlamayı yaşamak. İletişimin yüzlerce yönüyletıkanan algıları, bir çırpıda temizlemek… Sonra da sakinlik…
O çıldırtıcı, o karanlık ve sessiz, o derin sakinlik… Odaklandığın hedefin sürekli değişmesiyle yerini yeniden öfkeye bırakacak olan o sakinlik. Sorgulamadığın, sorgulamak istemediğin, daha sonra yine mi diye soracağın o acayip süreç.
Eninde ya da sonunda devasa bir kafeste, hapiste olduğunu sana hatırlatan deneyimler silsilesi. Tam bunları fark ettiğinde de zihninin en uysal köşesinden, “ah canım! Ne kadar da kötümsersin” diyen bir başka ses.
Ve birden her şeyin sessizleşmesi… Bıçakla kesilmiş gibi duran bir fırtına… Milyonlarca yıldır üzerinde birikmiş tozu, toprağı ve külleri var gücünle üzerinden atmak istiyorsun. Bir cümle, dilinin ucuna dek geliyor. Ha gayret! Tadını çıkar artık! Yavaşça, usulca, tüm o kustuklarından sonra söyle!
BEN TEKİM! Hep öyleydim. Ben, en sevdiğim film gibi tekim. En çok dinlediğim şarkı kadar tekim. Elini tutup, gözlerinin içine baktığım ‘kadınım’ (‘erkeğim’, ‘dostum’) kadar tekim!
İstediğiniz kadar etrafıma duvar örün, dilediğiniz kadar sahte inançlar yaratın, bu gerçeği hiçbir şey değiştirmeyecek! İçine döndüğünde, o muhteşem karanlık ve sessiz odaya girdiğinde tek başına ve kendi seçimlerinle baş başa olacaksın. İşte o zaman, o “yapamadıklarının pişmanlığı” seni yakmaya başlayacak. Haykıramadığın gerçekler boğazında düğümlenecek.
O zaman belki bir kez daha hatırlamak gerek, aşkın ve zaferin ne demek olduğunu… Bir kez daha çıplak kalmak gerek bütün benliğinle. Özgür, çıplak ve masum… Tıpkı bir bebek gibi…
Sonra da gülümsemek gerek. Her ne olmuşsa ona gülümsemek. Aslında her şeyin ne kadar da basit olduğunu kavrayarak, murada ermiş bir biçimde gülümsemek. Emin olduğun için gülümsemek.
Sürekli bir şeylerin nedenini çözmeye çalışırken, kendisine katı kurallar koyan bilimsel yaklaşımlarla dalga geç. Herhangi bir olasılığın gerçekleşmiş olma ihtimalinden sonra neler olabileceğini kurgulamaya çalışan kurgucular ile dalga geç. Sana, senin dışındaki kaynaklardan bilgiler getirdiğini iddia eden kâhinlerle dalga geç. Ürettikleri eserlere dünyanın ihtiyacı olduğu savında ısrarcı olan sanatçılar ile dalga geç. Kendi ciddiyetinle dalga geç, kendi deliliğine övgüde bulun. Eşsiz olana övgüde bulun. Kar kristali gibi eşsiz olan milyarlarca insana tek tek övgüde bulun. En önemlisi de kendi tekliğine sarıl, benimse ve onu sev.
Çocukken olduğun gibi ol. Öncelikli hedefin tamamen kendini mutlu etmek olsun. Yargılamanın ne olduğunu bilmeyen, “rasyonel olmaktan” anlamayan o çocuk gibi ol. Bak o zaman nefes alışın bile nasıl değişiyor.
Bir çocuğun gözüyle bak çevrene. Merak ederek, hayal ederek, tüm algıladıklarını senin bir parçanmış gibi düşünerek yaşa. Ayrıca dans et!
Tabii bu arada unutma… Dans etmek için iki kişi olmak gerekir.
Ara sıra çokluktan yarat benliğini. İki kişi de ol, milyon kişi de. O zaman anlayacaksın ki, asıl “ben” dediğin o muhteşem teklik, tek bir bedenden oluşmuyor. Sonsuz olasılıkta, binlerce yerde, yüzbinlerce zamanda olabilen bir enerji maceralar dolu bir serüven yaşıyor ve sürekli yaratıyor. Bunu düşünmek dahi insanın tüylerini diken diken ediyor ve sanki kusursuz bir güzelliğe duyulan hayranlığa benzer bir his doğuyor içinde. Sürekli bir devinim, sürekli bir değişim. Sonsuz bir hareket!
Doruk noktası, aynı zamanda dip noktası…
Düşüyor musun? Çıkıyor musun?
Ritmini çoğu zaman tahmin edemeyeceğin bir müzikteki ahenk gibi. Müziği oluşturan bir sürü çalgı aleti vardır ama sanki onlar da bilmiyordur bestenin akıbetini. Kim bilir belki de bestecinin duyguları bile emin olamamıştır tam olarak ne yapmak istediğine… Bir spermin, ana rahmine girmesi gibi her şey olagelmiştir belki de. Ya bu kadar basitse?
Bu kadar basit olsa bile, bu durumun ne kadar güzel olduğunu gizleyemez. Beste güzeldir ve birilerine hitap etmiştir.
Tüm nedenleri arayışımız, bulduğumuz sonuçları tekrar tekrar sorgulamamız bizi sonsuz bir girdaba sürüklemeye devam ediyor. Sürekli bir merak ve öğrenme ilişkisi gittikçe hızlanarak artıyor. Aşil’in bilmecesindeki her zaman yolun yarısını koşan tavşan misali…
Burada atılan her adımın, geliştirilen her yöntemin ve ulaşılan her sonucun ardından bu süreçleri ve izlenimlerini anlatan eserler çıkmakta. Dinlediğin, gördüğün, okuduğun ya da kokladığın her eser sana bir deneyimi anlatıyor.
Sanki, zamanı gelince kullanılacak bir arşiv oluşturuyormuş gibi bir his bu. Bir gün gelecek ve tüm bildiklerimizi tek bir noktaya bağlayacağız ve mutlu son. Mutlu mu?
Doruk noktası aynı zamanda dip noktası…
Elde kalan “sonsuzluk”…
yazılıma ilgim var ama nereden başlayacağım konusunda hiçbir bilgim yok