Geleceği Kodlayan Çocuklar

kodlayan cocuklar

Yeniden başlıyoruz… Umutlarımızı, hayallerimizi her gün yeniden yeşertiyoruz. Kime sorarsak soralım, gelecekte çok daha iyi bir durumda olmak istediğini duyuyoruz. Üstelik hem kendi adına hem de içinde bulunduğu toplum adına herkes aynı fikirde: “Gelecek, bugünden daha iyi olmalı.”

Evet olmalı. Ancak bunun için ne yapıyoruz?

Her ne olursa olsun, geleceğe dönük olarak atılabilecek en iyi adım, toplumun tüm bireylerini üretmeye teşvik etmektir. Bir fikrin elle tutulur hale dönüşmesi ve uygulanması hem geleceği hem de o toplumu yeniden yaratır. Aslında üretme eylemi, sürekli aynı eğilimdedir. Gittikçe daha az maliyetle (daha az kaynak harcayarak), daha fazla şey üretme hedefindedir. Tüm dünyanın üretim tarihine bakarsanız, tarımdan sanayiye, elektronikten bilişime aynı akışı görebilirsiniz.

Peki, dünyada şu anda en çok üretilen ve aynı zamanda da tüketilen şey ne? Biraz düşününce bu soruya birçok kişi bilişim uygulamaları yanıtını verecektir (tabii ki “abi paran varsa her zaman gıda sektörüne yatıracaksın, insanlar hep acıkır abi” vizyonunda değilse). Bilişim uygulamaları üretmek, hem gezegendeki diğer üretim süreçlerine göre daha az maliyetli hem de daha zevklidir. Ayrıca ekonomik olarak düşünüldüğünde bilişim sektörü, tüm sektörlerin içine girmiş ve kolu her yana uzanabilen bir ahtapot gibidir. Yani, tam olarak “her şeyi yapabileceğimiz” bir alandır. Üstelik karşılayabildiği ihtiyaçlar her geçen gün katlanarak artmaktadır.

Tarih boyunca piyasaya çıkan her yeni ürünün belli bir yaşam döngüsü vardır. Onlara önce varlıklı insanlar ulaşır. Ardından yavaş yavaş toplumun diğer kesimlerine doğru hareket eder. Bu enteresan bir paradoksa sebep olur. Ürünü ilk kez zenginler kullanmış, sonra da – doğal olarak – daha yenilikçi bakış açısıyla yorumlayıp, daha iyisini üretmeye çabalamıştır. Fakat günün sonunda ürün en büyük devrimini, toplumun tüm katmanlarına yayıldığında yapar. Bir ürünün toplumun tüm katmanlarına yayılma sürecinin bundan üç yüz yıl önce oldukça uzun bir zamana yayıldığını rahatlıkla öne sürebiliriz. Ancak sanayi devrimi ile birlikte bu sürecin gittikçe kısalmaya başladığını görüyoruz. Bu devrim, en başta ulaşımı sonra da onun aracılığı ile tüm diğer sektörleri inanılmaz bir hızda değişime uğrattı. Bu gücün ve değişimin farkına varan toplumlar, araştırma-geliştirme sürecine daha fazla ağırlık verdiler. Üstelik bunu teşvik de ettiler. İnsanların elle tutulur bir şeyler yapmaya olan tutkusu her gün arttı. Elbette bazı keşifler, diğerlerinin önünü açmasından dolayı çok daha fazla öneme sahiptir. Elektrik gibi. Bu öyle bir keşiftir ki, şu an içinde bulunduğumuz zamanda kullandığımız ve adına teknolojik ürün dediğimiz her şey bu keşif sayesinde yaratıldı.

İşte yazılım da bu önemde bir keşiftir. Günümüzdeki anlamıyla ilk yazılımın 1953 yılında geliştirildiğini kabul edelim. Henüz daha yüzyıl bile geçmeden, toplumun her katmanın kullanabildiği milyonlarca yazılım uygulamasına sahibiz bugün. 1782 yılında Benjamin Franklin’in uçurtma deneyi ile (kaynak) dünyanın elektrik ile aydınlatılan ilk caddesinin arasında yüz yıl civarında bir süre olduğunu hatırlatmak isterim. Yazılım ise bundan çok daha fazlasını yalnızca 50 yıl içinde başarmış olduğu müthiş bir gerçek.

Yazılımın önemi üzerine sayfalar dolusu yazı yazılabilir. Ancak niyetim, bu kadar önemli olduğunu görebildiğimiz bu sektör üzerinde bizim neler yapmamız gerektiği üzerine düşünmenizi sağlamak. Az önce bahsettiğim gibi, üretimin bu kadar hızlanmasının sebebi, araştırma-geliştirme faaliyetleri. Bu faaliyetler içinde olmanın yolu ise en temelde okur-yazar, meraklı ve en önemlisi de talepkâr bir genç topluma sahip olmak. Acaba böyle bir toplumun var olmasına izin vermek için ne yapabiliriz? Nasıl gerçek anlamda üreten bir toplum var edebiliriz?

Tıpkı okur-yazarlık sevgisi gibi, kodlama tutkusunu da yedi yaşındaki bir çocuğa aktarabilirsek nasıl bir gelecek yaratırız? En azından algoritma geliştirerek problem çözebilen ve bunu zevkle yapan, on yaş altında çocuklar düşünün. Sadece yazılım dünyası için değil yaşamın diğer alanları için de hayati olan yaratıcı düşünme, özgüven, yüksek motivasyon, problem çözme gibi özelliklere sahip olan çocuklar, geleceği hiç tahmin edemeyeceğimiz ölçüde değiştirebilirler. Daha da önemlisi, gerçekten keyif alabilecekleri işleri yaparak bu işi başarabilirler.

Kodlama prensiplerini ve temel kavramlarını çocuklara öğretmek tahmin edildiği kadar zor değil. Oyun oynayan her çocuğun algoritmik düşünme becerisine sahip olduğunu gözlemleyebilirsiniz. Ciddi bir plan ile bu beceriyi geliştirmesine yardımcı olmak atılacak en önemli adım. Sonra da her oyunda olduğu gibi, kodlamanın da kuralları olduğunu göstermek yeterli olacaktır. Bu noktadan sonra çocuğun yapabilecekleri, hayal gücü ve merak ile ilgilidir. Eğer doğru bir biçimde yönlendirilirse, sürekli kendini geliştiren, attığı her adımda daha da bilinçlenen ve ihtiyaç duyduğu çözümü kendisi üreten bir birey kazanılmış olacaktır.

Burada bahsedilen potansiyel, aslında her yaştaki insanda var elbette. Buradaki en kritik husus, tüm çocukların mümkün olduğu kadar erken yaşta bu dünyayı keşfetmelerini sağlamaktır.

İşte bu amaçla, gittikçe artan sayıda insan yeni oluşumlar kurmakta ve çeşitli etkinlikler aracılığıyla kodlama tutkusunu çocuklarla buluşturmaktadır. Ülkemizde de bu tarz topluluklar yavaş yavaş oluşuyor. Her geçen gün daha fazla çocuk bu bakış açısını fark etme şansı yakalıyor. Bu muhteşem bir hedef!

Peki, bu süreçte çocuklarımızın gelişiminde söz sahibi olan kişilere ne görev düşüyor? Sevgili anneler, babalar ve öğretmenler! Özellikle Türkiye toplumunun gelecekteki fertlerinin dünyayı değiştirmeleri için onlara bir fırsat verin. Zorluklar karşısında yılmamayı, kendi potansiyellerini keşfetmelerini ve üretmekten keyif almalarını sağlayacak olan kodlama etkinliklerine mutlaka yönlendirin.

Leave a Reply